Sayfalar

19 Şubat 2013 Salı

Hadisin değeri

Hadîsin sünnete müradif bir manâya sahip olarak sahabe devrinde ve müteakip nesiller arasında rivayet edildiği kabul edilirse, İslâm Dininde onun kazandığı ehemmiyet derecesini ve Dinin tekemmülünde oynadığı rolü tayin ve tesbit etmek çok daha kolaylaşmış olacaktır. Çünkü İslâm teşriinde sün­netin, Kitap (Kur'ân) dan Bonra ilk kaynağı teşkil ettiği, bu konuya eğilmiş olanlarca bilinen hususlardandır. Bu bakımdan, onun fıkıh uleması yönünden islâm teşrüudeki değeri, bîr bakıma, hadisin aynı sahada sahip olduğu değer manasındadır. Bu değer, Hazreti Peygamberin rîsalet göreviyle birlikte or­taya çıkmış ve yine bu görevin değeri nisbetinde yükseklik kasanmıs.tır. Hadişin kazandığı bu yüksek değeri tesbit edebilmek için, Hazret İ Peygamberin risalet görevini ve bu görevin ehemmiyet derecesini daima gösönünde bulun­durmak lâzımdır. Hasreti Peygamberin görevi, genel manâda ve İslâm'ın koyduğu pren­sipler çerçevesi içinde, insanları tek Allah inancına davetten ibarettir. Bir bakıma bu görev, kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamberlerin görevlerin­den farklı değildir. Bununla beraber görevin yürütülüşü yönünden diğerler-rinden ayrılan pek çok noktaları bulunduğuna da şüphe yoktur. Bu ayrılığın mühim bir kısmı, ona inzal olunan Kur'ân cihetinden gelir. Filhakika Allah Ta'âlâ, Hazreti Peygamberi, Kur'âm Kerîmi tebliğ etmekle görevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir: "Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et; eğer (bunu) yap­mazsan O'nun peygamberliğim yapmamış olursun". [18] Bu açık emirden an­laşıldığına göre, Hazreti Peygambere tevdi olunan tebliğ görevinin taalluku, kendisine inzal olunan Kur'âm Kerimin insanlara duyurulması veya öğretil­mesi ve dolayısıyle onların, Kur'ânm emir ve nehiylerine uymalarının sağ­lanmasıdır. Çünkü Kur'ân dinin esasıdır ve dinin hayatiyyeti, ancak, onun getirdiği emir ve nehiylere ittiba etmek suretiyle gerçekleşir. Hasreti Peygamber Rabbından aldığı emre uyarak, Kur'âm Kerîmden kendİBİne inzal olunan âyetleri müslümanlara tebliğ etmiş ve bu suretle pey­gamberlik görevini yerine getirmiştir. Ancak, bu görevin mücerred tebliğ görevine münhasır kalması halinde, müslümanlarm büyük müşkülede karşı­laşmış olacaklarını hatırdan uzak tutmamak gerekir. Çünkü Hazreti Peygam­ber tarafından tebliğ olunan ve tatbiki istenen bazt âyetler, mücmel gayri mufassal, yahut mutlak gayri mukayyed olarak nazil olmuştur. Meselâ namaz kılınmasını emreden âyetler mücmel olarak gelmiş, fakat rik'atlannın adedi, şekli ve vakitleri Kur'ânda beyan edilmemiştir. Kesa zekât verilmesini em­reden âyetler mutlak olarak gelmiş, zekâtı gerektiren maun asgari haddi tak-yid ve tahdid, miktarı ve şartları beyan edilmemiştir. Kur'âm Kerimde bunun gibi, şekli, şariı ve erkânı beyan edilmedikçe tatbiki mümkün olmayan daha bir çok hükümler vardır ve bunların beyanı için yine Hasreti Peygambere başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim Allah Ta'âlâ da bu yönden Hazreti Peygambere ikinci bir görev vermiş ve şöyle demiştir: "İnsanlara, kendilerine indirileni beyan edesin diye sana Zikr (Kur'ân)i indirdik. Ola ki onlar da düşünürler" [19]. Görülüyor ki, Hazreti Peygamber bir taraftan kendisine indirilenle!i insanlara tebliğ etmekle, diğer taraftan da tebliğ etlikleri arasında muslümanlar için anlaşılması ve tatbik edilmesi güç olanları açıklamakla görevlendirilmiştir. Onun bu görevi, şu âyette daha açık bir şekilde görülür: "Allah, mü'minlere âyetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendi aralarından bir Peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur; halbuki onlar Önceden apaçık sapıklıkta idiler" [20]. Bir çok İslam uleması, zikrettiğimiz hu âyette geçen Hikmet kelimesinin buradaki manâsı üzerinde durmuşlar ve Allah'ın isminden sonra Peygam­berin zikred ilişine ve Allah'a îmandan sonra Peygambere îmanın şart koşulusuna kıyasla, Kur'ândan sonra Hikmetin zîkredilişini gözonünde tutarak bunun Sünnetten başka bir şey olmadığı görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir. Eş-Şâfi'I bu hususta şöyle demiştir: Kur'ân ilmine vîkıf kimselerden işittiğime göre, Hikmet, Hazreti Peygamberin Sünnetidir; çünkü, önce Kur'ân zikredil­miş, onu Hikmet takip etmiştir, Allah, insanlara Kitap ve Hikmeti öğretmek suretiyle onlara yaptığı büyük lütûftan bahseder. Bu balamdan Hikmetin Sünnetten başka bir şey olduğunu söylemek mümkin değildir. Zira Hikmet, Kitapla birlikte zikredilmiştir. Aynı Zamanda Allah, Peygaberine itaati ve emirlerine ittibaı farz kılmıştır. Peygamberine îmanı, kendisine îman ile bir­likte farz kılınan şeyin de Peygamberin Sünnetinden başka bir şey olmadığı anlaşılır [21]. Gerek yukarıda zikrettiğimiz Kur'ân âyetinden ve gerekse eş-ŞâficInin bu âyetle ilgili açıklamasından anlaşılıyorki, Hazreti Peygambere Kitapla birlikte Sunnetlt ifade edebileceğimiz bir de Hikmet verilmiş ve muslümanlar, ht-'r ikisine de ittiba ile emrolunmuşlardır. Çünkü Allah'a ittiba, bir bakıma O'nun Kitabınaittibadır;Peygamberineittibada,ona verilmiş olan hem Ki­taba ve hem de Hikmet veya Sünnete ittihada n başka bit şey değildir. Kur'âm Kerimde de açıklandığı gibi Hazreti Peygamber: "Kendisine tâbi olanlara marufu emreder, munkerden nehyeyler; temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar; yüklerini indirir, ağırlıklarını hafifletir" [22]. Hazreti Peygambe­rin bu âyet mealinde belirtilen görevlerinin kaynağı Kitap (Kur'ân) olduğu kadar Sünnet veya Hikmettir de. Nitekim bir hadîsinde Hazreti Peygam­ber, kendisine Kitapla birlikte, ittiba yönünden Kitap ayarında olan bîr başka şeyin daha verildiğini açıklamıştır ki, bunun Sünnetten başka bir şey olması mümkin değildir [23]. Kemlisine Kitapla birlikle bir ile Sünnet verilmiş olan Hazreti Peygam­bere itaati emreden Kur'ân âyetlerinin sayısı pek çoktur. Biz, bunlardan bir kaçını misal olarak zikretmeyi faydalı buluyoruz: "Allah'a ve Pevgambere itaat ediniz; ola ki rahmet olunursunuz" [24]. "Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" [25]. Ey Paygamber( de ki: Eğer Allah'ı seviyor­sanız bana ittiba ediniz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin" [26]. "Ey Peygamber, de ki: Allah'a ve Peygambere İttat ediniz; eğer yüz çevirirseniz (biliniz ki) Allah kâfirleri sevmez" [27]. "Peygamber size neyi getirmişse onu alı­nız; neden sizi nehyetmİşse ondan da sakınınız" [28]. Bir kaçını misal olrak zikrettiğimiz bu âyetler Hazreti Peygambere itaa­tin zorunlu olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu, tslâmın ve îmanın bir gereğidir. Bu olmaksızın ne Islâmâan ve ne de îmandan eser kal­maz. Hazreti Peygambere itaat ise, onun sünnetine, ittibadan başka bir ma­nâya gelmez. Binâanaleyh sünnete ittibaın, Islâmın ve îmanın bir gereği olduğu anlaşılır. İşte bu sebepledir ki, o henüz hayatta iken sahabe» Kur'ân ahkâmının tefsirinde, müşkİlinin beyanında, aralarında meydana gelen fikir ayrılıklarının ve husumetlerin hallinde ona başvurmayı dinin bir gereği say­mışlar; din işlerinde, onun "namazı benim kıldığım gibi kılınız" [29] emrine uya­rak namazın şeklini, vaktini, rikatlarının adedini ondan almışlar; onun "hacc ınenâsikini benden alınız" [30] emrine uyarak menâsikin şartlarım ondan öğren­mişler; keza sahip oldukları maldan verecekleri zekâtı, onun tayin ettiği mik­tarlar üzerinden ödemişlerdir. Bu bakımdan Hazreti Peygamber, en geniş ma­nâsıyla teşri'î kuvveti elinde bulunduran yegâne otorite olarak kabul edil­miştir. Kitap ve Sünnet ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu teşriin, iki kay­nağı olmuştur. Çünkü her hangi bir ihtilâf veya bir hâdise, yahutta bir sual veya fetva talebiyle teşrii gerektiren, bir şey zuhur etse, Allah Ta'âlâ, elçisine, hükmü bilinmek istenen mesele hakkında hüküm getiren bir veya bir kaç âyet indirmiş, Hazreti Peygamber de vahyedilen bu âyetleri uyulması gerekli (vâcib) bir kanun olarak müslümanlara tebliğ etmiştir. Eğer teşrii gerektiren bir hâdise olmuş, fakat Allah Ta'âlâ bu hâdise ile ilgili hükmü beyan edecek bir âyet vahyetmemiş&e, Hazreti Peygamber, bu hükmün bilinmesi için ieti-hadda bulunmuş ve bu içtihadın ona Bağladığı netice ile hüküm vermiş, yahut sual veya istiftaya icabet etmiştir, tetihad eseri olarak ondan sadır olan bu hüküm veya ervap, ilahî vahye istinatl etlen -hükümler «ibİ, uyulması gereken bir kanun olmuştur [31]. Hazreti Peygamberin, dinin çeşitli meselelerine taalluk eden ictîhad-lari, çok defa ilâhî ilhamın bîr neticesidir. Bu bakımdan bunları ittiba yö­nünden Kur'ânla sabit olmuş diğer ahkâmdan ayırt etmek mumlun değildir. Her n« kadar kaynağı ilâhî ilham olmayan bazı söz ve ictihadlar da mevcut idiyse de, Hazreti Peygamberin bunlardaki isabeti vahiy yolu ile teyid, bir beşer olması hasebiyle hataya düştüğü noktalar olmuş ise, yine vahiy yolu ile lashih edilmiştir [32]. Bu itibarla, ilham-ı ilâhîden sadır olmayan ictihad-ı nebevî hükmü ile ilham-ı ilâhîden sadır olan ictihad-i nebevi hükmü arasında tefrik yapmağa mahal yoktur [33]. tşte, ilk devirde söz, fii) ve takrir olarak Hazreti Peygamberden sadır olan her şey, Kur'ânı Kerîmin "(Peygamber) kendi hevasından konuşmaz; (o her ne soylemişse) kendisine vahyolunan bir vahiydir" n[34] âyetiylede şehadette bulunduğu gibi, yukarıda izahını verdiğimiz şekilde kabul edil­miş ve sahabe, dinî ve dünyevî yaşayışlarına düzen veren Sünneti büyük bir titizlikle muhafaza etmeğe koyulmuşlardır. Sünnet ise, daha Önceki bahiste de açıkladığımız gibi, söz, fiil ve takrir olarak Hazreti Peygamberden rivayet edildiği müddetçe, badısın, isim yönünden bir başka ifade şekli olmuştur. [35]

Hadîsin lügat ve ıstılah manâsı

Gerek lügat ve gerekse ıstılah yönünden hadîs kelimesinin arzettiği ma­nâlar arasında bir hayli farklılıklar mevcuttur. Lügat yönünden kadim (eski) in zıddı cedtd (yeni) manâsına gelen hadîs, aynı zamanda haber manâsına da gelir ve bu kelimeden müştak bazı fiiller, haber vermek, tebliğ ve nakletmek gibi manâlarda kullanılır. "Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nere­deyse kendini mahvedeceksin" [2] mealindeki Kur'ân âyetinde gördüğümüz "hadîs" kelimesi, söz veya haber manâsında kullanılmış ve bununla Kur'ânı Kerîm kaydedilmiştir [3]. Bir başka âyette ise, bu kelimenin müştakki olan bir fiil, "haber ver", "tebliğ et" manâsında kullanılmıştır: "Rabbraın nimetlerini de tahdîs et (haber ver)' [4]. Daha sonralan, kelimenin istimalinde bası inkişaflar görülmüş, umumî manâsında her hangi bir değişiklik olmamakla beraber, dinî çevrelerde ban haber nevilerine ıtlak olunan hususî bir manâ kazanmıştır. İbn Mes'üd'tan nakledilen bir haberde bu manâ açıkça görülür: "Muhakkak kî sözün en gü­zeli Allah'ın Kitabıdır [5]. Istılah yönünden hadîs, umumiyet itibariyle Hazreti Peygamberin »öz­lerine ıtlak olunmakla beraber, İslâm uleması arasında yine aynı manâda kul­lanılan kelimenin medlulünü tarif bahis konusu olduğu zaman, bası farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Buna göre, ban usûl ulemasının tarifinde hadis» Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirlerine ıtlak olunmuştur; bu bakımdan kelime, aynı manâda kullanılan suntın [6] müradifidir [7]. Bazı hadîs uleması ise, hadis lafzım, yalnız Hazreti Peygamberin sözlerine değil, sahabe ve tâbi-ûııdaıı nakledilen mevfcüf ve makfü* haberlere [8] de ıtlak etmişlerdir; buna göre kelimenin ifade ettiği manâ, haber kelimesiyle kasdolunau manânın müra­difidir [9]. Bu manâ içerisinde Hazreti Peygamberin, peygamberlikten önceki sözleri de mündemiçtir. Bazıları da, hadisi yalnız Hazreti Peygamberin söz­lerine tahsis etmişler, başkalarından gelen sözlere de haber demişlerdir [10]. Bu takdirde hadisle haber arasında belirli bir farkın mevcudiyeti kolayca anla-Şihr. Nitekim Hazreti Peygamberin hadîslcriyle meşgul olanlara muhaddis denildiği halde, başkalarından gelen tarih, kısas ve benzeri nakillerle uğra­şanlara da ahbâri denilmiştir [11]. Diğer bazıları ise, haberle hadîs arasında umûm husus mutlak bulundu­ğunu söyliyerek, her bir hadîsin haber olduğunu, fakat her çeşit habere ha­dîs demlemeyeceğini beyan etmişlerdir. Bu görüşe göre, haber daha umumî bir manâ taşımakta ve Hazreti Peygamberin sözleriyle birlikte sahabe ve tâbi'ûndan yahutta başkalarından nakledilen sözler de bu manânın şümu­lüne girmektedir [12]. Hadîsin tarifiyle ilgili bu görüşler ne kadar değişik bir mahiyet arzederse etsinler, şurası muhakkaktır ki, hadis denildiği zaman, daima hazreti Peygam­berden nakledilen bir söz, yahut bir fiil, yahutta bir takrir akis gelmiştir. Bu bakımdan hadisin, söz, fiil ve takrirden ibaret olan sünnetin müradifi olması keyfiyeti, bu konuda kuvvet kazanan başlıca manâ olarak tezahür etmiştir. Şurasını da hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, hadîsin, sünnetin müradifi olarak kazanmış olduğu bu manânın tarihi, Hazreti Peygamberin hayatta bulunduğu devreye kadar iner. Meselâ meşhur saİıabî Ebü Hurayra taraûn-dan sorulan bir soruya Hazreti Peygamberin vermiş olduğu cevapta geçen hadis kelimesi, bunun en açık delilini teşkil eder. Ebü Hurayra bu sualinde şöyle demiştir: "Kıyamet günü senin şefaatine nail olacak en mee'ûd kimse kimdir, yâ Rasûla'llah?". Hazreti Peygamber, Ebü Hurayra *nın bu suâline şu cevabı vermiştir: "Senin hadîse karşı olan iştiyakım bildiğim için, bu hadîs hakkında hiç kimsenin bana senden evvel sual sornııyacağım tahmin ediyor­dum. Kıyamet günü benim şefaatime ıtâil olacak en mes'ûd kimse Lâ İlahe İllallah diyen kimsedir" [13]. Hadîs tarihiııde, hadîse karşı büyük tutkusuyle şöhret kazanan Ebü Hurayra'ııın bu tutkusu bizzat Hazreti Peygamber taraündan teyid edilirken, hadis lafzının her hangi bir izahtan uzak olarak zikredilmesi, onun, Hasre­ti Peygambere hâs manâyı daha islâm'ın ilk günlerinde kazanmış olduğunun en açık delilidir. Keza bazı sahabenin Hazreti Peygambere başvurarak hadîs yazmak için izin istemeleri [14], yahut işittikleri hadîsleri hıfzedemediklerini söyliyerek ha­fızalarından şikâyet eden bazı sahabeye, Hazreti Peygamberin hadîs yaz­maları tavsiyesinde bulunması [15] ile ilgili haberlerde, hadîs lafzının delâlet ettiği manâ, biraz önce işaret ettiğimiz manânın aynıdır; yani hadîs» Hazreti Peygamberden söz, fiil ve takrir olarak rivayet edilen sünnetin hiç bir tered­düde mahal bırakmayacak kadar kusursuz, tam bir karşılığıdır. Bu bakımdan bizim, hadisin İslâm Dinindeki yeri, sahabe arasındaki rivayeti, yahut tedvini gibi başlıklar altında hadîsi ve hadisle ilgili meseleleri incelerken, kelimeyi, rivayet edilmiş sünnet [16] manâsında kullandığımızı belirtmemizde, konunun daha iyi anlaşılması yönünden büyük bir fayda bulunduğuna şüphe yoktur. [17]

Hadith

The Prophet (may peace and blessings be upon him) observed: religion is sincerity and well wishing. Upon this we (the companions of the prophet) asked: For whom? He replied: For Allah, and His Book, and His Messenger and for the leaders of the Muslim community and the Muslims in general. Müslim, ‹mân, 95.