19 Şubat 2013 Salı
Hadisin değeri
Hadîsin sünnete müradif bir manâya sahip olarak sahabe devrinde ve müteakip nesiller arasında rivayet edildiği kabul edilirse, İslâm Dininde onun kazandığı ehemmiyet derecesini ve Dinin tekemmülünde oynadığı rolü tayin ve tesbit etmek çok daha kolaylaşmış olacaktır. Çünkü İslâm teşriinde sünnetin, Kitap (Kur'ân) dan Bonra ilk kaynağı teşkil ettiği, bu konuya eğilmiş olanlarca bilinen hususlardandır. Bu bakımdan, onun fıkıh uleması yönünden islâm teşrüudeki değeri, bîr bakıma, hadisin aynı sahada sahip olduğu değer manasındadır. Bu değer, Hazreti Peygamberin rîsalet göreviyle birlikte ortaya çıkmış ve yine bu görevin değeri nisbetinde yükseklik kasanmıs.tır. Hadişin kazandığı bu yüksek değeri tesbit edebilmek için, Hazret İ Peygamberin risalet görevini ve bu görevin ehemmiyet derecesini daima gösönünde bulundurmak lâzımdır.
Hasreti Peygamberin görevi, genel manâda ve İslâm'ın koyduğu prensipler çerçevesi içinde, insanları tek Allah inancına davetten ibarettir. Bir bakıma bu görev, kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamberlerin görevlerinden farklı değildir. Bununla beraber görevin yürütülüşü yönünden diğerler-rinden ayrılan pek çok noktaları bulunduğuna da şüphe yoktur. Bu ayrılığın mühim bir kısmı, ona inzal olunan Kur'ân cihetinden gelir. Filhakika Allah Ta'âlâ, Hazreti Peygamberi, Kur'âm Kerîmi tebliğ etmekle görevlendirmiş ve bu hususta ona şu emri vermiştir:
"Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni tebliğ et; eğer (bunu) yapmazsan O'nun peygamberliğim yapmamış olursun". [18] Bu açık emirden anlaşıldığına göre, Hazreti Peygambere tevdi olunan tebliğ görevinin taalluku, kendisine inzal olunan Kur'âm Kerimin insanlara duyurulması veya öğretilmesi ve dolayısıyle onların, Kur'ânm emir ve nehiylerine uymalarının sağlanmasıdır. Çünkü Kur'ân dinin esasıdır ve dinin hayatiyyeti, ancak, onun getirdiği emir ve nehiylere ittiba etmek suretiyle gerçekleşir.
Hasreti Peygamber Rabbından aldığı emre uyarak, Kur'âm Kerîmden kendİBİne inzal olunan âyetleri müslümanlara tebliğ etmiş ve bu suretle peygamberlik görevini yerine getirmiştir. Ancak, bu görevin mücerred tebliğ görevine münhasır kalması halinde, müslümanlarm büyük müşkülede karşılaşmış olacaklarını hatırdan uzak tutmamak gerekir. Çünkü Hazreti Peygamber tarafından tebliğ olunan ve tatbiki istenen bazt âyetler, mücmel gayri mufassal, yahut mutlak gayri mukayyed olarak nazil olmuştur. Meselâ namaz kılınmasını emreden âyetler mücmel olarak gelmiş, fakat rik'atlannın adedi, şekli ve vakitleri Kur'ânda beyan edilmemiştir. Kesa zekât verilmesini emreden âyetler mutlak olarak gelmiş, zekâtı gerektiren maun asgari haddi tak-yid ve tahdid, miktarı ve şartları beyan edilmemiştir. Kur'âm Kerimde bunun gibi, şekli, şariı ve erkânı beyan edilmedikçe tatbiki mümkün olmayan daha bir çok hükümler vardır ve bunların beyanı için yine Hasreti Peygambere başvurmaktan başka çare yoktur. Nitekim Allah Ta'âlâ da bu yönden Hazreti Peygambere ikinci bir görev vermiş ve şöyle demiştir:
"İnsanlara, kendilerine indirileni beyan edesin diye sana Zikr (Kur'ân)i indirdik. Ola ki onlar da düşünürler" [19]. Görülüyor ki, Hazreti Peygamber bir
taraftan kendisine indirilenle!i insanlara tebliğ etmekle, diğer taraftan da tebliğ etlikleri arasında muslümanlar için anlaşılması ve tatbik edilmesi güç olanları açıklamakla görevlendirilmiştir. Onun bu görevi, şu âyette daha açık bir şekilde görülür:
"Allah, mü'minlere âyetlerini okuyan, onları tezkiye eden, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendi aralarından bir Peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur; halbuki onlar Önceden apaçık sapıklıkta idiler" [20].
Bir çok İslam uleması, zikrettiğimiz hu âyette geçen Hikmet kelimesinin buradaki manâsı üzerinde durmuşlar ve Allah'ın isminden sonra Peygamberin zikred ilişine ve Allah'a îmandan sonra Peygambere îmanın şart koşulusuna kıyasla, Kur'ândan sonra Hikmetin zîkredilişini gözonünde tutarak bunun Sünnetten başka bir şey olmadığı görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir. Eş-Şâfi'I bu hususta şöyle demiştir: Kur'ân ilmine vîkıf kimselerden işittiğime göre, Hikmet, Hazreti Peygamberin Sünnetidir; çünkü, önce Kur'ân zikredilmiş, onu Hikmet takip etmiştir, Allah, insanlara Kitap ve Hikmeti öğretmek suretiyle onlara yaptığı büyük lütûftan bahseder. Bu balamdan Hikmetin Sünnetten başka bir şey olduğunu söylemek mümkin değildir. Zira Hikmet, Kitapla birlikte zikredilmiştir. Aynı Zamanda Allah, Peygaberine itaati ve emirlerine ittibaı farz kılmıştır. Peygamberine îmanı, kendisine îman ile birlikte farz kılınan şeyin de Peygamberin Sünnetinden başka bir şey olmadığı anlaşılır [21].
Gerek yukarıda zikrettiğimiz Kur'ân âyetinden ve gerekse eş-ŞâficInin bu âyetle ilgili açıklamasından anlaşılıyorki, Hazreti Peygambere Kitapla birlikte Sunnetlt ifade edebileceğimiz bir de Hikmet verilmiş ve muslümanlar, ht-'r ikisine de ittiba ile emrolunmuşlardır. Çünkü Allah'a ittiba, bir bakıma O'nun Kitabınaittibadır;Peygamberineittibada,ona verilmiş olan hem Kitaba ve hem de Hikmet veya Sünnete ittihada n başka bit şey değildir. Kur'âm Kerimde de açıklandığı gibi Hazreti Peygamber: "Kendisine tâbi olanlara marufu emreder, munkerden nehyeyler; temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar; yüklerini indirir, ağırlıklarını hafifletir" [22]. Hazreti Peygamberin bu âyet mealinde belirtilen görevlerinin kaynağı Kitap (Kur'ân) olduğu kadar Sünnet veya Hikmettir de. Nitekim bir hadîsinde Hazreti Peygamber, kendisine Kitapla birlikte, ittiba yönünden Kitap ayarında olan bîr başka şeyin daha verildiğini açıklamıştır ki, bunun Sünnetten başka bir şey olması mümkin değildir [23].
Kemlisine Kitapla birlikle bir ile Sünnet verilmiş olan Hazreti Peygambere itaati emreden Kur'ân âyetlerinin sayısı pek çoktur. Biz, bunlardan bir kaçını misal olarak zikretmeyi faydalı buluyoruz: "Allah'a ve Pevgambere itaat ediniz; ola ki rahmet olunursunuz" [24]. "Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur" [25]. Ey Paygamber( de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana ittiba ediniz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin" [26]. "Ey Peygamber, de ki: Allah'a ve Peygambere İttat ediniz; eğer yüz çevirirseniz (biliniz ki) Allah kâfirleri sevmez" [27]. "Peygamber size neyi getirmişse onu alınız; neden sizi nehyetmİşse ondan da sakınınız" [28].
Bir kaçını misal olrak zikrettiğimiz bu âyetler Hazreti Peygambere itaatin zorunlu olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Bu, tslâmın ve îmanın bir gereğidir. Bu olmaksızın ne Islâmâan ve ne de îmandan eser kalmaz. Hazreti Peygambere itaat ise, onun sünnetine, ittibadan başka bir manâya gelmez. Binâanaleyh sünnete ittibaın, Islâmın ve îmanın bir gereği olduğu anlaşılır. İşte bu sebepledir ki, o henüz hayatta iken sahabe» Kur'ân ahkâmının tefsirinde, müşkİlinin beyanında, aralarında meydana gelen fikir ayrılıklarının ve husumetlerin hallinde ona başvurmayı dinin bir gereği saymışlar; din işlerinde, onun "namazı benim kıldığım gibi kılınız" [29] emrine uyarak namazın şeklini, vaktini, rikatlarının adedini ondan almışlar; onun "hacc ınenâsikini benden alınız" [30] emrine uyarak menâsikin şartlarım ondan öğrenmişler; keza sahip oldukları maldan verecekleri zekâtı, onun tayin ettiği miktarlar üzerinden ödemişlerdir. Bu bakımdan Hazreti Peygamber, en geniş manâsıyla teşri'î kuvveti elinde bulunduran yegâne otorite olarak kabul edilmiştir. Kitap ve Sünnet ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu teşriin, iki kaynağı olmuştur. Çünkü her hangi bir ihtilâf veya bir hâdise, yahutta bir sual veya fetva talebiyle teşrii gerektiren, bir şey zuhur etse, Allah Ta'âlâ, elçisine, hükmü bilinmek istenen mesele hakkında hüküm getiren bir veya bir kaç âyet indirmiş, Hazreti Peygamber de vahyedilen bu âyetleri uyulması gerekli (vâcib) bir kanun olarak müslümanlara tebliğ etmiştir. Eğer teşrii gerektiren bir hâdise olmuş, fakat Allah Ta'âlâ bu hâdise ile ilgili hükmü beyan edecek bir âyet vahyetmemiş&e, Hazreti Peygamber, bu hükmün bilinmesi için ieti-hadda bulunmuş ve bu içtihadın ona Bağladığı netice ile hüküm vermiş, yahut sual veya istiftaya icabet etmiştir, tetihad eseri olarak ondan sadır olan bu hüküm veya ervap, ilahî vahye istinatl etlen -hükümler «ibİ, uyulması gereken bir kanun olmuştur [31].
Hazreti Peygamberin, dinin çeşitli meselelerine taalluk eden ictîhad-lari, çok defa ilâhî ilhamın bîr neticesidir. Bu bakımdan bunları ittiba yönünden Kur'ânla sabit olmuş diğer ahkâmdan ayırt etmek mumlun değildir. Her n« kadar kaynağı ilâhî ilham olmayan bazı söz ve ictihadlar da mevcut idiyse de, Hazreti Peygamberin bunlardaki isabeti vahiy yolu ile teyid, bir beşer olması hasebiyle hataya düştüğü noktalar olmuş ise, yine vahiy yolu ile lashih edilmiştir [32]. Bu itibarla, ilham-ı ilâhîden sadır olmayan ictihad-ı nebevî hükmü ile ilham-ı ilâhîden sadır olan ictihad-i nebevi hükmü arasında tefrik yapmağa mahal yoktur [33].
tşte, ilk devirde söz, fii) ve takrir olarak Hazreti Peygamberden sadır olan her şey, Kur'ânı Kerîmin "(Peygamber) kendi hevasından konuşmaz; (o her ne soylemişse) kendisine vahyolunan bir vahiydir" n[34] âyetiylede şehadette bulunduğu gibi, yukarıda izahını verdiğimiz şekilde kabul edilmiş ve sahabe, dinî ve dünyevî yaşayışlarına düzen veren Sünneti büyük bir titizlikle muhafaza etmeğe koyulmuşlardır. Sünnet ise, daha Önceki bahiste de açıkladığımız gibi, söz, fiil ve takrir olarak Hazreti Peygamberden rivayet edildiği müddetçe, badısın, isim yönünden bir başka ifade şekli olmuştur. [35]
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder