بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
TEVHİD İNANCI ÜZERE YAŞAMAK
İmanın
aslı tevhittir. Tevhit, Allah Teala’nın birliğine iman etmektir. O’nun eşi ve
benzerinin olmadığını bilmektir. Alemde O’ndan başka bir ilahın bulunmadığını
anlamak ve buna inanmaktır. Bu inanç Allah Teala’ya kulluğun ilk adımıdır.
Esasında
kalpler imana hazırdır; ruhlar elest bezminde Allah’a imanını ikrar etmiştir. O
mecliste Yüce Allah: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye hitap buyurunca,
ruhlar:“Evet, sen bizim Rabbimizsin” demiştir.
Zerreden
kürreye bütün kâinât “Lâ ilâhe illallah” hakikatını isbat için varedilmiştir.
Bütün insanlar ve cinler bunu anlamak için yaratılmıştır. “Ben cinleri ve
insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[1]
âyeti, kulluktan önce imanı ve tevhidi istemektedir. Çünkü kulluğun temeli
Allahu Teâlâ’yı tanımaktır. Bütün Peygamberler tevhidi yani Allahu Teala’nın
varlığını, birliğini ve ibadet edilmeye layık tek ilah olduğunu öğretmek için
gönderilmiştir.
Ashab’tan
Cündüb b. Abdullah (r.a) demiştir ki: “Bizler bir grup genç Allah Rasülü
(s.a.v) ile beraberdik. O bize Kur’an’ı öğretmeden önce imanı öğretti. Sonra
Kur’an’ı öğrendik, onunla imanımız arttı.“[2]
Her
mükellefin iman, tevhid ve akaidle ilgili gerekli ilimleri öğrenmesi farzdır.
İnancı düzgün olan kimsenin ameli güzel, akıbeti hayırlı olur. Ahirette ilk
soru Allah’a imandan olacaktır. İmanı olmayana amel terazisi kurulmayacaktır.
Çünkü imanı olmayanın hiçbir hayrı kabul edilmez, doğrudan Cehenneme
gönderilir.
Gerçek
bir iman için şu iki temel esası kabul etmek gerekiyor:
1- Lâ ilâhe illallah. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Bu iman ve ikrar ile Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği ve ibâdete lâyık tek ilah
olduğu tasdik edilmiş olur. Bu iman ile insan küfürden ve Allah’ın
düşmanlığından kurtulur; Ona dost olur.
2- Muhammedü’r-Rasûlullah. Hz. Muhammed (s.a.v) Allah’ın
peygamberidir. Bu iman ve ikrar ile de Hz. Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın bütün
insanlığa gönderdiği son peygamberi olduğu kabul edilmiş ve Allah’a kulluk için
Onun tebliğ ettiği dine girilmiş olur. Hz Peygamber’e (s.a.v) iman edenler, bu
iman ile Allah’a imanlarını tamamlamış olurlar. Hz. Resulullah’ı (s.a.v) tanımadan,
onun dindeki yerini ve değerini bilip kendisine iman etmeden ve onu sevmeden
gerçek manada Allah’a iman edilemez. Çünkü bizlere imanı, Allah’ı, İslam’ı,
edebi ve ahlakı o öğretmiştir.
İmanda
asıl olan gözün görmediği varlıkları ve haberleri kalbin tasdik etmesidir. Buna
ğayba iman denir. İmanın fazileti gaybı tasdik etmeye dayanır.[3]
Şiblî
şöyle der: "Her kim dünyaya meylederse, dünya, ateşiyle onu yakar. O kimse
rüzgârın savurduğu bir küle döner. Her kim de âhirete meylederse, âhiret de onu
nuruyla yakar. O kişi, kendisinden istifade edilen saf altına dönüşür. Her kim
de Allah'a meylederse, tevhid nuru onu yakar. Bu kişi de paha biçilemeyen bir
cevhere dönüşür."
Tevhid
ehlinin ceza gördükten sonra ateşten çıkacağına iman etmek gerekir. Allah'ın fazlı
ile hiçbir muvahhid (Allah'ın birliğine inanan hiçbir kimse) cehennemde ebedî
kalmayacaktır. Müslümanın bu inanca sahip olması gerekir.[4]
Sufilerin Tevhid Anlayışları
Risale-i Kuşeyri’de
denmiştir ki; Biliniz ki bu yolun büyükleri, işlerinin temelini sağlam tevhid
akidesi üzerine kurdular. Tasavvuf yolunun önde gelen büyükleri, tevhid
konusunda söz, kitap ve risalelerinde çok şeyler söylemişlerdir. Bunları şu
şekilde özetleyebiliriz:
Hiç şüphesiz Allah Tealâ
mevcuttur, kadîmdir (ezelîdir, varlığının bir evveli yoktur). O vâhiddir (zat,
sıfat ve fiilleri İle tektir), ilâhlık sıfatında ikinci bir ortağı ve benzeri
yoktur. Hakîm’dir, her yaptığını yerince, güzelce yapar. Kâdir’dir, her şeye
gücü yeter, kimse O’nu aciz bırakamaz. Alîm’dir, her şeyi bilir, hiçbir şey
O’ndan gizli kalmaz. Kahir’dir, her şeye hükmünü geçirir. Rahîm’dir, kullarına
çok merhamet eder. Mürîd’dir, irade eder, diler, ister; her istediğini yapar.
Her şeyi işitir. Çok uludur, çok yücedir. Her şeyi görür. Her şeyden üstün ve
büyüktür.
Her şeye gücü yeter.
Diridir, ölmez. Tektir; eşi, ortağı, benzeri, dengi yoktur. Bâkî’dir, ebedîdir;
varlığının bir sonu yoktur. Samed’dir; her şey O’na muhtaçtır, bütün varlık
O’na yönelir. O hiçbir varlığa muhtaç değildir.
Yüce Allah, ezelî ilmiyle
her şeyi bilir; kudretiyle her şeye gücü yeter, hükmü geçer. Ezelî iradesiyle irade
eder, bir şeyin olmasını ister; ezelî işitmesiyle işitir; ezelî görmesiyle
görür; ezelî konuşma sıfatıyla konuşur; ezelî bir hayatla diridir; ebedî bir
hayatla bâkidir (varlığı devamlıdır).
Yüce Allah’ın zatına has
sıfatları mevcuttur. Bütün İlâhî sıfatlar ezelîdir, ebedîdir. Yüce Allah zat
olarak tektir; yarattığı hiçbir varlığa benzemez; yaratılan hiçbir varlık da
O’na benzemez.
Yüce Allah zihinlerde
şekillendirilip hayal edilemez; akıl ile nasıl olduğu tayin ve tesbit edilemez.
O’nun için bir yön ve mekân yoktur. O’nun üzerinden bir vakit ve zaman geçmez.
O’nun sıfatlarında bir azalma ve artma olmaz. Onun için bir şekil ve miktar söz
konusu değildir. Varlığı zaman içinde yok olmaz. O’nu bir iş yapmaya zorlayan
hiçbir sebep yoktur (O her şeyi kendi iradesi ile yapar).
O’nun bir yardımcısı ve
destek vereni mevcut değildir. Hiçbir şey O’nun kudreti dışına çıkamaz.
Yaratılmış hiçbir varlık O’nun hükmü dışında kalmaz. Hiçbir şey O’nun ilminden
gizli kalmaz.
Yüce Allah’ın fiili için
“Bunu nasıl yaptı?” denmez. Yaptığı hiçbir iş için “Bunu niçin yaptı?” diye
kendisine hesap sorulamaz. O’nun için “Nerede, ne şekilde, nasıl?” türü sorular
sorulmaz. Varlığı için bir başlangıç düşünülüp, “Ne zaman var oldu?” denemez.
Yüce Allah, Resulullah’ı (s.a.v.)
apaçık mucizelerle ve güneş gibi parlak alametlerle desteklemiştir. Bu
mucizelerle, onu gören ve işitenler için inkâr üzere kalma özrünü ortadan
kaldırmış, onlara kesin imanı ve inkârı açıklamış, iyiyi kötüyü kullarına
göstermiştir,
Yüce Allah, Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) vefatından sonra İslâm’ın izzetini ve birliğini Rasulullah Efendimizin
raşid halifeleri ile korumuştur. Onlardan sonra yüce Allah, dostlarının
(velilerin ve müçtehit imamların) diliyle açıkladığı dinin delilleri ile hakkı
korumuş, dinine yardım etmiş, tevhid üzere giden bu ümmeti sapıklık üzere
toplanmaktan korumuş, ortaya koyduğu delillerle bâtılın belini kırıp kökünü
kazımıştır. [5]
Cüneyd-i
Bağdâdî'ye, tevhidin ne olduğu sorulunca şu cevabı vermiştir: "Tevhid,
yüce Allah'ın bütün kemal sıfatlarıyla tek ve her yönüyle yaratıklardan ayrı
olduğuna iman edip şunu bilmektir: O, tektir, hiçbir çocuk edinmemiştir, kimse
tarafından doğrulmamıştır, O'nun herhangi bir ortağı, dengi, benzeri yoktur. O,
hiçbir varlığa benzemez, nasıl ve nice olduğu bilinmez, yüce zâtı tasvir ve
temsil yoluyla tarif edilemez. Âyette belirtildiği gibi: 'O'nun misli, dengi,
benzeri hiçbir varlık yoktur. O, her şeyi işiten ve görendir."[6]
Ebü'l-Hasan-ı
Bûşencî (rh.a) ise şöyle der: "Tevhid, Allah Teâlâ'nın hiçbir varlığa
benzemediğini ve O'nun zâtına has sıfatlara sahip olduğunu bilmendir."
Cüneyd-i
Bağdâdî (rh.a), bu konuda şöyle der: "Tevhid; kadîm olan yüce zâtı,
sonradan yaratılan varlıklardan ayrı tutmak ve O'nun her şeyi ile tek olduğunu
bilmektir."
Hallâc-ı
Mansûr şöyle demiştir:
"Allah'tan
gayrı bütün varlıkların kesin olarak sonradan yaratılmış olduğunu bil, çünkü
ezelî olmak sadece O'na aittir. Sonradan yaratılmış varlıklarda şu özellikler mevcuttur:
Cisim olarak mevcut olup görülmesi mümkündür. Cevherlerden (bir maddenin özünden)
meydana gelmiştir. Varlığı, sebeplerle oluşmuştur. Birtakım maddî ve mânevî
kuvvetler onu ayakta tutmaktadır. Belli bir zaman içinde vücut bulmuştur, fakat
zaman içinde dağılıp yok olur. Onu ayakta tutan kendisi değil, bir başkasıdır.
Bu durumda o, sürekli ihtiyaç ve zaruret içindedir. Onları hayal etmek ve
şekillendirmek mümkündür. Görülen her şey bir mahaldedir; bir mahalde olan
şeyler için 'nerede' sorusu sorulabilir ve cevabı verilebilir. Kısaca, cisim
olan varlıklar için 'nasıl' sorusu sorulup cevap alınabilir.
Yüce
yaratıcıya gelince, O'nu bir üst gölgelemez (O'nun üzerinde hiçbir şey yoktur).
O'nu bir alt taşımaz (O'nun üzerinde bulunduğu herhangi bir şey mevcut
değildir). O'nun bir ciheti ve yönü yoktur. O'nu herhangi bir yer çevrelemez.
Onu saran bir arka düşünülmez. O'nun için bir ön söz konusu değildir. O'nun
varlığı için, önceden geçen bir zaman düşünülmez (O, zaman ve mekân yok iken
mevcut idi). O'nun varlığı sonraki gelecek bir zaman içinde yok olmaz. O'nun
varlığı hiç kimseye bağlı değildir. O'nun için 'önce yoktu, sonra var oldu'
denmez ve O'nun zatı hiçbir zaman yok olmaz."
Cüneyd-i
Bağdâdî demiştir ki: Tevhid, şu hakikati bilip ikrar etmendir: Allah Teâlâ,
ezelî olmasıyla tektir; O'nunla birlikte bu sıfata sahip ikinci bir varlık ve
O'nun yaptığını yapacak hiç kimse yoktur."[7]
Sahih Bir Tevhid İnancının Yolu
Sahih bir tevhid ancak, Hz. Peygamber’in (s.a.v)
getirdiği dinde ve sünnette öğretildiği şekilde Allah’ın zatı ve sıfatlarını
kabul etmekle gerçekleşir. Ayrıca Yüce Allah’ı bir şeye benzetmemek, nasıl ve
nice olduğunu sormamak, O’nu bir cinse ve şekle benzetmemek gerekir. Sonra bu
iman ile kalbin sükunete ermesi, aklın mutmain olması ve Allah’ın
ihsan ettiği yakin nuru ile O’na teslim olması icap eder.
Gerçek tevhid, ancak yakin nuru ve yakin ilmi ile
müşahede edilir; aklın nuru ve akla dayalı ilimle elde edilmez. Çünkü Yüce
Yaratıcı, bir mahluk vasıtasıyla görülemez. Akıl dünyanın aynasıdır; kul
onun nuruyla dünyanın içindekileri görür. İman ise ahiretin aynasıdır, kul onun
ile ahirete bakar ve onda olanlara iman eder. Yakin, imanın hakikati ve gökten
indirilen en kıymetli şeydir. O, müminlerin imanını artırmak için kalplerine
indirilen ilahi sekinettir.[8]
Şirk
İslâm'da
en önemli mesele ve dinin temelini oluşturan şey, Allah'ın varlığına ve
birliğine inanmak ve O'na hiçbir şeyi ortak ve eş koşmamaktır. Buna
"tevhid inancı" denir.[9]
Tevhidin zıddı şirktir. Şirk, kulun, Allah’tan başka bir varlığı O’na eş
koşması, o varlığı Allah’a denk görmesi, onda ilahlık özelliklerinin ve
yetkilerinin bulunduğunu düşünmesi veya onu Allah’ın yanında yardımcı kabul
etmesi; Allah’a yapılacak taat ve teslimiyeti ona göstermesidir.[10]
Allah Teala şirki; kainatta işlenen en büyük zülümdür
diye târif ediyor[11]
ve bu zulmün tehlikelerine şöyle dikkat çekiyor:
“Şirk, sahibini Cehennem”e çeker.”[12]
“Şirk, hayır amelleri yakar yok eder.”[13]
Allah'a eş koşmak ve Allah'tan başka ilâhların
varlığını iddia etmek büyük ve affedilmeyen bir günahtır. Nitekim Hak Teâlâ,
"Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Bundan başka günahları
ise dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşana gelince, artık o haktan
pek uzak bir sapıklıkla sapmış gitmiştir"[14]
buyurmaktadır.
Şirk
iki kısma ayrılır:
1.
Açık şirk. Doğrudan
Allah'a eş koşmak, Allah'tan başka şeylere tapmaktır, örneğin güneşe, aya ve
puta tapmak gibi...
2.
Gizli şirk. Bu,
zâhiren şirk değildir, ama iç yüzü şirktir. Riya, gösteriş, desinler ve
görsünler diye amel yapmak, davranışlarımızda yüzümüzü Allah'tan başkasına
çevirmek, Allah'ın rızası olmayan bir işte Allah'tan başkasından takdir
beklemek, amel ve davranışlarımızda Allah'ın rızasını gözetmemek gibi...
Örneğin biri dış görünüşte namaz kılıyor, ancak içinde o namazı Allah rızası
için değil de gösteriş için kılıyor, işte bu da bir çeşit gizli şirktir. Sadece
yapan kimse bunun farkındadır. Bazan Allah korusun, ameli yapanın kendisi dahi
bunun farkında değildir. Allah için yaptığını zanneder, ama biraz derin
düşündüğünde başka amaçların da kalbinde yer ettiğini görür. İşte bunlara
"gizli şirk" denir. Bu duruma düşen kişiye kafir veya müşrik denmez.
Riya,
bir hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi, geceleyin yürüyen karıncanın ayak
izi gibidir.[15] Hz.
Peygamber (s.a.v), riyayı küçük şirk olarak da vasıflandırmaktadır.
Resulullah
(s.a.v.) "Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir"
buyurarak, ümmetini riyadan şiddetle sakındırmıştır. Ashâb-ı kirâm,
"Yâ
Resûlallah, küçük şirk nedir?" diye sorduklarında, Allah Resulü (s.a.v)
buyurmuştur ki:
"Riyadır
(Yani başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır). Allah Teâlâ, kıyamet günü
herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet
yapanlara şöyle der: Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere
gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor
musunuz?"[16]
Şeddâd
b. Evs (r.a), Hz. Peygamber'in (s.a.v), "Ümmetim hakkında iki şeyden
korkuyorum: Gizli şirk ve şehvet" uyarısı üzerine,
"Ey
Allah'ın Resûlü! Senden sonra ümmetin Allah'a ortak mı koşacak?" demiş,
Hz. Peygamber de (s.a.v),
"Evet,
ama onlar güneşe, aya, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş
yapacaklar"[17]
buyurmuştur.
İmam
Ahmed, Şeddâd b. Evs'ten (r.a) Hz. Peygamber'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu
rivayet eder:
"Kim
gösteriş olsun diye namaz kılarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için oruç
tutarsa şirk koşmuş olur. Kim gösteriş için sadaka verirse şirk koşmuş olur.
Cenâb-ı Hak buyurur ki: Beni bir şeye ortak eden kişi için ben, en hayırlı
bölüştürücüyüm. Amelin bütünü, azı da çoğu da ortak koştuğu ortağa aittir. Ben
böylesi bir ortaklıktan (paylaşımdan) müstağniyim."[18]
Bu
hadis-i şeriflerden anlaşıldığı gibi, bilinen açık şirkten başka bir de gizli
şirk vardır. Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetinin açık şirke düşeceğinden değil,
gizli şirke düşeceğinden endişe duyuyor. İslâm ümmeti için çok korkunç bir
tehlike olarak nitelendiriyor.
Hz.
Ömer, Muâz b. Cebel'i ağlarken gördüğünde ona,
"Niçin
ağlıyorsun?" diye sordu. O da, Hz. Peygamber'in kabrini göstererek,
"Şu
kabrin sahibinden duyduğum söz beni ağlatmaktadır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v),
'Riyanın en azı bile şirktir' buyurmuştu, der”[19],
[20]
Kıssa:
Sen Namazı da Kazâ Et!...
Zahid
olarak bilinen fakat riyakâr olan biri, padişahın misafiri olmuştu. Sofraya
oturduklarında, her zaman yediğinden daha az yedi. Namaza kalktıklarında her
zamankinden daha yavaş kıldı. Padişahın, kendisini takdir etmesini istiyordu.
Evine
dönünce sofra kurdurdu, yemek istedi. Anlayışlı bir oğlu vardı. Babasına,
"Sultanın
ziyafetinde bir şey yemedin mi baba?" diye sordu. Baba,
"Onların
önünde ayıplamasınlar diye işe yarayacak kadar bir şey yemedim" dedi.
Çocuk cevap verdi:
"Öyleyse
baba sen namazı da kazâ et! Çünkü onu da işe yarayacak gibi
kılmamışsındır!"[21]
Hani bizden evvel gelen
veliler,
Bunu böyle buyurmuştur
ulular,
Âb-ı Kevser ırmağından
dolular,
İçer can u dilden tevhid
edenler.
Sür tevhidi, gözün gönlün
açıla,
Varma Hakk’ın dergâhına
suç ile,
Sırat Köprüsü’nü âsan
vechile,
Geçer can u dilden tevhid
edenler.
Hakk’ın nuru gitmez anın
yüzünden,
Silinir perdeler anın
gözünden,
Zahiri batını anın
yüzünden,
Açar can u dilden tevhid
edenler.
Gel ey Merkez, gelip
geçti o canlar,
Sür tevhidi, ele girmez
bu demler,
Sekiz cennet kapısını
fetheyler,
Açar can u dilden tevhid
edenler.
***
Âb-ı Kevser : Kevser suyu
Can u dilden : Candan ve
gönülden
Âsan vechile : Kolay bir
ºekilde
Anın : Onun
Zahir, batın : Dış ve iç
Sür tevhidi : Tevhidi
zikreyle
Dem : Zaman, vakit
وَآخِرُ
دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1]Zâriyât suresi ayet-56.
[2]İbnuMace, Mukaddime, 9; Heysemi ve
Elbani hadisin sahih olduğunu belirtmişlerdir.Elbani,Sahihuİbnu Mace,I,38.
[3] Ehli Sünnet İnancı, Dilaver Selvi,
Semerkand Yayınları.
[4] İhya-i Ulûm'id-Din (İslâmi İlimlerin
Canlandirilmasi), İmam Gazâli, Çeviren: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, C.1.
[5] Kuşeyrî Risalesinden, Sufilerin
Tevhid Anlayışı, Ali Kaya, Semerkand Dergisi, Temmuz 2012
[6]Şûrâ 42/11.
[7]Kuşeyrî Risalesi, (Sûfîlerin İnanç ve
Ahlâkları), Abdülkerim Kuşeyrî, Semerkand Yayınları, sf.44-55.
[8] Kalplerin Azığı, 3. cilt
[9] Kalbin Hastalıkları,
SiraceddinÖnlüer, Semerkand Yayınları, c.3, sf.25.
[10] Ehl-i Sünnet İnancı
[11] Lokman suresi ayet-13
[12] En’am suresi ayet-72
[13] En’am suresi ayet-88
[14] Nisâ 4/116.
[15]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/403.
[16]İbnMâce, Zühd, 21 (nr. 4203); Ahmed
b. Hanbel, el-Müsned, 4/124; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 3/458; Münzirî,
et-Tetgibve't-Terhib, 1/68.
[17]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/124.
[18]Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,
4/125-126; Tayâlisî, el-Müsned, nr. 1120; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, nr.
7139; Hâkim, el-Müstedrek, 4/329; Beyhakî, Şuabü'l-İmân, nr. 6830; İbnKesîr,
Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azim, 3/110; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 17651.
[19]Tirmizi, Nüzûr, 9; IbnMâce, Fiten,
16; Beyhakî, Şuabû'l-İmân, nr. 6812.
[20] Kalbin Hastalıkları, SiraceddinÖnlüer,
Semerkand Yayınları, c.3, sf.26-27.
[21] Kalbin Hastalıkları,
SiraceddinÖnlüer, Semerkand Yayınları, c.3, sf.28.
Çok faydalı bir paylaşım oldu. Vesile olanlardan Allah razı olsun.. 🤗💝🌹
YanıtlaSil