أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم بسم الله الرحمن الرحيم
اَلْحَمْدُ لله رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِوَاَصْحَابِهِ اَجْمَعِينَ
سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلاَّ مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَرِيمُ
سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُواقَوْلِى
HIRS TAMAH ve TEVAZU
Allah Teala Kur’an’ı Kerim’de insanlara nasıl bir ahlâka sahip olmaları gerektiğini, indirdiği hükümlerle ve peygamberlerin hayatlarından örnekler vererek bildirmiştir. Ayetlerde insanlara asıl amaçlarının Allah Teala’nın rızasını kazanmak olması gerektiği haber verilmiş ve sonsuz ahiret hayatlarını Cennet’te geçirebilmeleri için din ahlâkına uygun bir yaşam sürmeleri konusunda yol gösterilmiştir. Ancak Kur’an ayetlerini göz ardı ederek yaşamayı tercih eden kimseler, ahiret hayatını unutarak dünya menfaatlerini asıl amaçları haline getirirler. Bu şekilde sadece dünya hayatını gözetmek ve dünyevi çıkarlara hırsla sarılmak insanlar için büyük bir aldanıştır. Dünya hayatına yönelik bu tür bir bakış açısına sahip insanların en belirgin özelliklerinden biride hırs ve tamahkârlıktır.
Hırs; bir amaca ulaşma hususunda kişinin bütün benliğini saran istek ve tutku, tamah ise hırsla isteme, aç gözlülük, çok isteme, doymazlık demektir. Dünya lezzetlerini haram yollardan aramaya tamah denir. Dünyaya olan bağlılık ve mala karşı duyulan hırstır. Paraya ve mala aşırı ölçüde düşkün olan kimse tamahkârdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin ta kendisidir.” buyurmuşlardır.
Tamah, cahiliye ahlâkını yaşayan insanları bu uğurda her şeyi göze alabilecek bir tavır içerisine sokar. Konu eğer dünyadan istifade etmekse, kişi bu arzusunu tatmin etmek için tamahkâr bir yapı göstermekten hiçbir şekilde çekinmez. Hayatın kısalığının farkındadır ve bu süreyi ahiret için çalışarak geçirmektense, dünyaya yönelik olarak değerlendirmenin en akılcı yol olduğuna inanır. Bunun için de karşısına çıkan fırsatları hep bu uğurda harcayarak dünyaya biraz daha tamah eder. İnsanı bir tabak yemeğe dahi tenezzül ettirten bu ahlâk, uyanıklık kafasıyla uygulanır ama tam aksine kişiyi akıl almaz derecede küçük düşürür.
Mesnevi’de geçen bir kıssa tamahkar kişiyi şöyle hikâye eder: “Saf bir adamın, güzel bir koçu vardı. Boynuna ip bağlamış, ardından çekip götürüyordu. Hırsızın biri sezdirmeden ipi kesip, koçu çaldı. Adam bir süre ipi sürükledikten sonra, arkasına dönüp baktığında koçun çalındığını anladı. Dövünerek, bağırarak sağa sola koşmaya başladı. Koçu çalan hırsız da bir kuyunun başında, “Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun” diye ağlıyordu. Koçunu çaldıran saf adam, merak edip yaklaştı ve “Hayrola arkadaş! Senin de mi koçun çalındı? Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Hırsız, “İçinde 100 altın bulunan kesem, kuyuya düştü. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kuyudan altın dolu kesemi çıkartırsan, sana beşte birini gönül rızasıyla veririm” dedi. Saf adam, bu teklif karşısında hiç tereddüt etmedi. “Allah bir kapıyı kapar, on kapıyı açar. Koç gittiyse de deve geliyor” diyerek soyunup kuyuya indi. Hırsız da elbiseleriyle birlikte nesi varsa, hepsini alıp kaçtı. Koçu çaldıran zavallı saf adam, tamahı yüzünden elbiselerinden de oldu. İnsan yolunu aydınlığa çıkaracak tedbiri, elden bırakmamalıdır. Tamah huyu hırsıza benzer. Hayal gibi her an, değişik bir suretle ve hileyle insanı aldatır.
Müslümanlar Allah Teala’nın lütfetmesiyle şerefli bir ruha sahip olduklarından “Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna.” ayetlerinde bildirdiği şekilde her türlü nimet ve yardımı Allah Teala’dan beklerler. İhtiyaç içinde olsalar bile bunu vakarlarından dolayı insanlara belli etmezler. Böyle güzel bir ahlakın makbul oluşuna Rabbimiz şöyle dikkat çekmiştir: “(Sadakalar) Kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir ki onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler…”
Tamahkârlık yalnız maddi birtakım değerlerle sınırlı bir kavram değildir. Verilen bir cevapta, sarf edilen bir sözde ve bunların yanı sıra pek çok ayrıntıda bu kötü ahlak kendini gösterebilir. Basit insan kendi deyimiyle “lafın altında kalmaz”son sözü söylemeye tamah eder. Benzer şekilde marka, araba, yazlık gibi genelde sahip olunan maddi imkânları vurgulamaya yönelik konuşmaların hemen hemen çoğunun temelinde bu basitlik vardır. Hâlbuki böyle geçici dünya metalarına düşkünlük göstermek insan için büyük bir utanç vesilesi olmalıdır. Bu basitliğe tenezzül eden kişi ne kadar küçük duruma düştüğünü bilmelidir. Sahip olduğu her şeyin yalnızca göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan dünya hayatına ait olduğunu, ölümle birlikte sonsuza kadar tümünün geride kalacağını unutmamalıdır.
Tamahkâr insanlar şaşırtıcı derecede küçük menfaatleri elde etmeyi kâr olarak görürler. Örneğin arkadaşlarından önce davranarak daha iyi bir yere geçip oturmak ya da gittiği bir yerde hiç para harcamadan yemek yiyebilmek mutluluk vesilesi olan önemli olaylardır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hadisi şerifte şöyle buyurur; “Kim ki arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar (yani dünyalığı elde etmek uğrunda sıkıntılar çeker, ihtirası da dinmez) ve dünya (nimet ve malın)dan kendisi için (kaderinde) yazılmış olan miktardan başka hiçbir şey ona gelmez. Kimin niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için (dağınık) işini toparlar (düzenler), zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya (nimetleri ile malı) da boyun eğerek (rahatlıkla) gider.”
Kanaat, İslâm ahlâkının ve tasavvuf kültürünün temel ilkelerinden birisi olup hırs, tamahkârlık ve dünyevi çıkarlara düşkünlüğün karşıtı bir kavram olarak üzerinde durulmuş ve müstakil eserlerde ele alınmıştır. Kanaat, sözlük anlamı itibariyle “kısmetine razı olmak”, terim olarak ise “insanın, ihtiyaç duyduğu şeylerin asgari miktarıyla yetinmesi, başkalarının elinde olana tamah etmeyip kendi elinde olanla yetinmesi, kimseden bir şey istemediği gibi kendi elindekini de kimseden esirgememesi”demektir.
Kur’an’ı Kerim’de kanaat kavramı bizzat mevcut olmamakla birlikte aynı kökten türemiş olan iki farklı kelime geçmektedir. Bunlardan da sadece birinin kanaat kavramıyla ilgisi mevcut olup şu ayette geçmektedir: “(Kurbanlarınızı kestiğiniz vakit) onlardan kendiniz yiyin ve hem istemeyen (el-kâniʻ) hem de ihtiyacını açıkça söyleyen fakire yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” Bu ayette geçen “el-kâniʻ” kelimesinin “haline razı olup bir şey istemeyen” yani “kanaatkâr davranan” anlamına geldiğini söyleyenler olduğu gibi “ısrar etmeksizin isteyen ve verilene razı olan” anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Her iki durumda da bu kelime kanaate işaret etmektedir.
Kur’an’ı Kerim’de kanaat kavramı kullanılmaksızın kanaatkâr olmaya, gönül tokluğuna, kendisi için takdir edilenle yetinip dünyalık peşinde koşturmamaya teşvik eden, bencillik, hırs ve tamahkârlıktan sakındıran, dünya nimetlerinin cazibesine karşı müminleri uyaran birçok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden birinde doğrudan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemehitap edilerek şöyle denmektedir: “Ant olsun ki, biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’ân’ı verdik. Öyleyse sakın onlardan bazılarına verdiğimiz dünya malına imrenerek bakma ve onlar yüzünden üzülme! Sen müminlere kol kanat ger!” Bu ayetlerde, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme hitap edilmekte, inkârcılara verilmiş olan dünyevi nimetlere imrenerek bakmaması, onların sahip oldukları imkânlara tamah etmemesi söylenmektedir. Allah Teala’nın ona vermiş olduğu Kur’ânnimetinin yanında, inkârcıların sahip oldukları maddî nimetlerin hiçbir değerinin olmadığına işaret edilerek ona düşenin müminlere kol kanat germesi, onlara tevazu ile sahip çıkması olduğu; iman etmeye yanaşmayan servet sahipleri için üzülmemesi gerektiği beyan edilmektedir. Bu ifadelerle rabbimiz, dünyaya rağbet etmeyi de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemeyasaklamaktadır. Bazı müfessirler bu ayetlerin tefsirinde Kur’ânnimetine kanaat edip dünyalığa heves etmemenin gerekliliğine dikkat çekerek “Kur’ân ile yetinmeyen bizden değildir” hadisini hatırlatmaktadırlar.
Bu ayetler, Kur’an’ı Kerim’i rehber edinerek onun çizdiği yolda yaşamanın, Kur’ân’sız yaşanan her türlü müreffeh hayattan çok daha üstün ve hayırlı olduğunu açıkça ifade ederek müminlerin dünya hırsına kapılmasının önüne set çekmeyi hedeflemektedir. Bu durum, bazı ayetlerde de şöyle ifade edilmektedir: “Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının geçici süsü olarak verdiğimiz şeylere imrenerek bakma! Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Sen ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık da istemiyoruz; biz seni rızıklandırıyoruz! Güzel sonuç, takvanındır.”
Dünya nimetleri insana çekici ve güzel görünür. Bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Ancak insan, dünyadaki asıl var oluş amacı olan Allah Teala’ya kulluğu unutup da sadece dünyevi şartlarını daha iyi hale getirmek, daha lüks ve müreffeh bir hayat yaşamak, sonsuz servet, güç ve iktidar sahibi olmak gibi tutkulara kapılırsa işte o zaman sonu gelmez bir hastalığa yakalanmış demektir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, insanın bu konudaki doyumsuzluğunu çok veciz bir şekilde şöyle ifade etmiştir: “Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı, mutlaka üçüncüsünü isterdi. Hâlbuki onun karnını ancak toprak dolduracak. Allah tevbe edenleri ise affeder.” Bir hadis-i şerifte de hakiki zenginliğin mal çokluğu değil, kanaat olduğu şöyle ifade edilmektedir: “Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Asıl zenginlik, gönül tokluğuyladır.”
İnsanlardan bir şeyler isteyen bir sahabeye bir balta temin edip sapını da kendi elleriyle takan ve onu, odun toplayıp satmaya gönderen, birkaç gün sonra maddi durumunu düzeltmeye başladığında da ona “Bak, bu iş senin için kıyamet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha hayırlıdır!” diyen, dilenciliğin çirkinliğini her fırsatta vurgulayan ve insanları çalışıp kazanmaya teşvik eden de bizzat Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemefendimiz olmuştur.
Kur’ân’ı Kerim’de hem dünya hem de ahirette AllahTeala’dan güzellik ve iyilikler isteyenler övülmekte, AllahTeala’nın insanlar için yaratmış olduğu güzel ve hoş nimetleri hiç kimsenin haram kılmaya yetkisinin olmadığı, o nimetlerin dünyada öncelikle müminlere layık olduğu ifade edilmekte, müminler daima uyanık ve hazırlıklı olmaya teşvik edilmektedir.Bütün bu ve benzeri ilkeler de bize kanaatin dünyadan el etek çekmek değil, hırs ve tamahkârlık hastalıklarına yakalanmadan yaşamak, ne kadar çalışıp kazanırsa kazansın elde ettiklerini hep hak ve hayır yollarında harcayarak gözü ve gönlü tok olmak, her nimet ve imkânı temel amaç olan ahiret hayatına adamak olduğunu göstermektedir. Bu yönüyle kanaat bilincinin, takdire rıza, tevekkül, sabır ve şükür bilinciyle de çok sıkı bağlantısı bulunmaktadır. Zira kanaat aynı zamanda elden geleni yaptıktan sonra haline razı olmak, dünyevi açıdan daha ileri seviyede olanlara bakıp hasetle kendini paralamamak, darlığa sabretmek ve elinde olana şükretmektir.
Kanaat şuurunun insan psikolojisi üzerindeki etkilerine dair ipuçları veren şu hadis de çok önemlidir: “Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana bakınca nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için daha uygun ve gereklidir.” Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin “Kendisine İslâm nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup buna kanaat edene ne mutlu!” şeklindeki sözleri de ihtiyaçları sonsuz görmemek gerektiğine işarettir. Bütün bu yönleriyle kanaat, ahlâkî bir erdem olmasının yanında insanın kişiliğini ve onurunu koruyup geliştirmesinin, maddeye köle olmamasının, mutlu ve huzurlu yaşamasının bir şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanaatkâr olanın, kimseye minnet etmeden onurlu ve özgür bir hayat süreceği, gönlünün huzura, bedeninin rahata kavuşacağı, hayatı seveceği, hevâ ve hevesi terk ederek hür yaşayacağı bir gerçektir. Kanaatsizlik ise üzüntü ve mutsuzluğun yanında birçok ruhî bunalımın da başlıca sebeplerindendir. Zira insanın, hayatın olumlu yanlarını görmesi, onu daha güçlü ve mutlu kılmakta, pozitif bakış geliştirmesine yardımcı olmaktadır.
Rabbimiz bizleri hırsının ve tamahının esiri olmaktan korusun. Emrettiği gibi kanaat edip kendisinin ve ailesinin maneviyatıyla ilgilenen gücü nisbetince mü’min kardeşlerine kol kanat geren ve maddi manevi yardımına koşan cömert kullarından eylesin, âmin…
و آخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين الفاتحة
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder